Öykülerim
GASSAL
On dokuz yaşından beri bu işi yapıyorum. Babam da, dedemde aynı işle bizleri geçindirmişti ve şimdi de ben. Kardeşim Hasan ise o benden zekiydi, sınavları kazanıp anestezi uzmanı olmuştu. Ben ise şimdi yirmi bir yaşındayım ve yüzü aşkın ölüyü yıkamışımdır. İlk yıkadığım ölü, üç yaşında bir bebekti, bir sene boyunca tedavi görmüş ama kurtulamamış bir sabiydi. Sonrasında bu işe alışmaya ve her yıkadığım ölüyle Allah’ın büyüklüğünü ve bu dünyanın ne kadar gelir geçer olduğunu fark etmeye başlamıştım. Onun üzerinden yüzlerce ölüyü bu dünyadan uğurladım ve onların temiz olmasını sağladım.
Aradan seneler geçse ve ben onca cansız bedenleri bu dünyadan ebediyete uğurlasam da buna alışmam zaman almıştı. Halen daha o insanların acıları ve ağırlıkları sanki üzerime yapışıyor gibi hissederim. O insanların aileleri, akrabaları ve onların sevdiklerini kaybettiklerinde yaşadıkları ıstırap ve sancıları. İnsanların acılarını görmeye ne kadar alışsam da içimde hep bir tortu bırakmıştım. Ama bu durum işimi yapmama hiç mani olmadı. Her zaman zor bir işim olduğunun farkındaydım ve bu farkındalıkla çalıştım.
Bir süredir kendimi çok da iyi hissetmiyordum; baş dönmesi, kalp çarpıntısı ve panik atak durumlarım vardı. Hasan hastanede çalıştığı ve doktorların arasında olduğu için bana yardım edebileceğini söyledi. Getirdiği ilaçları kullanmaya başladım. Öncesinde verdiği ilaçlar başta fayda sağlar gibi olmuştu. Aslında doktora gitmem gerekiyordu ama Hasan sürekli buna gerek olmadığını yineliyordu ve ben de Hasan’ın dedikleriyle ikna olmuştum, nede olsa az çok biliyordur bana neyin iyi geleceğini diye düşünüyordum. Bir şekilde işimi de yapıyordum.
Gasilhaneye bir ceset getirilmişti. Torbayı açıp sargıyı çözmek istediğimde gözleri simsiyah bir cesetle karşılaşmıştım. Cesedi kaldırıp yıkamak istediğimde bir hırıltı gelmişti gırtlağından. Buna çok dikkat kesilmek de istemedim, arada karşılaştığım bir durumdu. Yıkama sırasında ellerim cesedin kolunun arasına sıkıştı ve parmaklarımı kurtaramıyordum bir an. Zar zor işimi tamamlayabilmiştim ve yıkama sonrasında üzerimde cesedin ağırlaştırdığı keskin kokusundaki tulumumu ve yüzümü kesen maskemi de çıkardım. İşimde son zamanlarda ruhsal bazı sıkıntılar yaşamaya başlıyordum. Evde olmadık hayaller görüyor, uyuduğumda da kabuslar görerek kan ter içinde uyanıyordum. Bu durum işimdeki çalışmamı etkilediği için kısa süreli izin aldım işten.
Eve gittim, az bir süre sonra kapım çalındı, kapıyı açtığımda bundan seneler önce vefat eden babam karşımda duruyordu, bunun mümkün olamayacağını biliyordum ve sonra bu görüntü bir anda ortadan kayboldu. Çıldırıyorum diye düşünmeye başlamıştım. Bir bardak su alıp Hasan’ın verdiği ilaçtan almanın bana iyi geleceğini düşündüm. İlaç sonrası kendimi daha da kötü hissetmeye başladım. Ellerimi bulanık görmeye başlamış, ateşim artmış, kalp çarpıntımda çoğalmıştı ve tuhaf hayaller görmeye başlamıştım. Bir an içim geçti, uyandığımda saat akşam vakitlerini gösteriyordu. Uykumun üzerinden saatler geçmiş, bir ölü gibi uyumuştum. Kendime gelmeye çalıştığım sırada kapım yine çalındı, kapıdaki Nevzat’tı ve bana önemli şeyler anlatacağını söyledi. Çok iyi olmadığımı söyledim ama konunun önemli olduğunu söyleyince, ben de peki dedim. Anlatacaklarının kardeşim Hasan ve benim yaşadığım sağlıksal durumlarımla ilgili olduğunu söyledi. Yaşadığım ruhsal sorunlarımın nedeninin Hasan olduğunu söyleyince sinirlenip onu kapı dışarı etmek istedim ama Nevzat kendisini dinlemem gerektiğini ve bana hak vereceğim konusunda ısrarlıydı. Bana verdiği ilaçların aslında halüsinojen ilaçlar olduğunu ve bu ilaçları yasal olmayan yollardan edindiğini, Hasan’ın ona yardım eden arkadaşıyla sohbetinde tesadüfen şahit olduğunu , onları gizliden dinlediğini söyledi. Benim işten çıkarılma için nedenler oluşturduğunu, gördüğüm gerçek olmayan görüntülerle benim çıldırdığıma inanmam için durumlar hazırladığını duyduğumda ise önce buna bir anlam veremedim ve bana çok saçma geldi. Bir kardeş bunu abisine neden yapabilir diye sordum kendi kendime. Fakat sonrasında neden yapmış olabilir diye düşünürken babamın bana bıraktığı bu ev ve arsa için olabileceğini düşününce de, aklıma oturmayan bazı taşlarda yerine bulmaya başladı. Öncesinde bana verdiği ilaçları kullanmayı bıraktım, düzelip iyileşmem aylarımı almıştı. Gördüğüm hayaller kaybolmuş, uykularım düzelmişti. Uykumda beni boğan kabuslar, karabasanlar yerini sakin rüyalara bırakmıştı.
Bunun nedenini bir de kendisinden öğrenmek istediğimde ise O, inkâr yolunu seçmiş ve benle iletişimini de kesmişti. Telefon numarasını değiştirmiş, oturduğu yerden de taşınmıştı. Çalıştığı hastaneye Hasan’ı sorduğumdaysa çok önceden işten çıkarıldığını söylediler. Sonrasında, aklıma Nevzat geldi, öyle ya kardeşimin durumunu bilip durumu bana anlatan oydu, belki de nerede olduğunu da biliyordur diye ona sorduğumda, Hasan’ın yerini bilmediğini söylediğinde ise kardeşimle bağımı da kaybetmiş oldum. Geçen süre içinde onu çok arasam da sanki sırra kadem basmıştı. Babamın emanetiydi oysa ki o bana, yaşattığı onca acılara rağmen.
Aradan seneler geçmişti ki, gasilhaneye saldırıya uğramış bir kişinin cesedinin getirildiğini söylediler. Ceset torbasını açtığımda kardeşim Hasan’ın cansız bedeniyle karşılaştım. Onu karşımda bir et yığını olarak görmek içimden çok şeyi koparmıştı. Yaptığı her türlü kötülüğe rağmen böylesi bir ölümle hayata veda etmesi içimi çok acıtmıştı. Sonrasında öğrendim ki, yaptığı bazı kanunsuz işlerden dolayı ceza almış, hapis yatmış ve oradaki bir saldırıda hayatını kaybetmişti. Nevzat da bazı nedenlerden dolayı bana bu durumu söylemek istememişti.
Kardeşimin acısına o kadar üzülüyordum ki, ona bile kızamamıştım. İlahi adalet tecelli etmiş ve kardeşimi son yolculuğuna uğurlama görevini yapmak bana düşmüştü. Zaten onunla da on seneyi aşkın süredir görüşmüyordum. Bana yaptığı haksızlıkları, yaşattığı onca acıları çoktan unutmuştum bile. Daha büyük ve derin acıları belli ki benden daha ağırını yaşatmıştı hayat ona. Yıllara sığan bağımız, çocukluk hatıralarımız ve babamın emanetini sonsuzluğa uğurluyordum şimdi. Kardeşimin defininde bulunduğumda, ailemden kalan son bağımı koparmış, onu kara toprağa bırakmıştım. Onunla birlikte büyük bir parçamı da o ıslak toprağa gömmüştüm. Artık hiçbir şey aynı olmayacaktı benim için. İnsanlara duyduğum güvenimde, inancımda, hayata karşı duruşum ve bakışımda da çok şeyi değiştirmişti yaşantımda. Hayat acı bir gerçeğini öğretmişti bana. Yaşam; ölüm ve yaşam arasında, ihanet ve sadakat arasında geçen bir yolculukmuş.
02.01.2024
MEZARCI
“Aman Allah’ım! Neredeyim ben? Nefes alamıyorum. Nereye kapatıldım ben böyle? Olur iş değil! Oğlum Hasan, sen ne yaşıyorsun böyle! Ayak ucumu bile göremiyorum. Bir tabutun içindesin oğlum, yerin metrelerce altındayım, nereden baksan iki metrelik toprak yığını vardır, üzerimde. Abim yaa! Nasıl yaptın bunu bana, hâlâ inanamıyorum. Hapı yuttun desene oğlum! Nefesim de daralıyor. İyi ihtimalle bir- iki saatlik ömrüm kalmıştır. Sonrasında karbondioksiti de soludum mu, çok geçmez komaya da girerim. Mümkün değil buradan çıkmam. Bu duyduğum ezan mı? Belki de o kadar derinde değilimdir, ezanı duyduğuma göre ?Son duamı da edeyim artık! Yerim de hazır zaten! Ölmeden kafayı da yedim, ne güzel! Kim kırmaz ki bu halde kafayı? Sonrasında böcek, yılan ve kurtçuklara da yem olurum. Dur bi yaa Hasan oğlum!. Bu duyduğum kazma seslerimi? Oğlum Hasan vur tahtaya. Bas çığlığı, yırt sesini olabildiğince! Buradayım! Sesimi duyan var mı? Kurtarın beni Allah rızası için.” Oksijenin azaldığı yetmezmiş gibi, karanlığın içinde de bir tıslama sesi de duyar, Hasan. Tahtalara sıkışmış olan yılanın başını sıkıca tutar. Daha yüksek ve büyük bağırmaya, haykırmaya devam eder.
Aynı saatlerde, toprağı ertesi güne konulacak olan defin için yeri kazan, toprağı havalandıran kabristanın mezarcısı Davut ise bir anda irkilir. Kendi kendine “ Eşhedü en la ilahe illallah” dediği sırada toprakta iri bir yılanın kuyruğunu görür “ Bu kocaman yılanlarda yetti artık, ne de çok çıkar oldu bu aralarda” dediği sırada “Şu yılanı bir çıkartayım da sonrasında yeri genişleyeyim” der. “Neye lazım bir hal olur, sokar sonra da yılan ısırığıyla da uğraşmak istemem” demesiyle, yılanın yarısını koparır küreğiyle; ama yarısı hâlâ toprağın üzerinde debelenmektedir. Yılanın tamamımı çıkartmak isteyince de yandaki defin yerini de kazmayla toprağa vurmaya, kürekle de yanına kum yığınlarını dökmeye başlamıştır bile. Toprağı kazdıkça, yerin altından sesler de işitmeye başlar. Bu ses ise Hasan’dan başkasının sesi değildir. Mezarcı ellerini semaya açarak “ Yüce Mevlam, iman Kur’an aşkına! Bu duyduğum nedir? dediği sırada tekrar ve tekrar aynı yardım sesini işitir “ Bu bağırtı da neyin nesidir? Bismillah ! vurayım küreği toprağa. Tövbe Bismillah! İfrit mi dürter beni, seslenir bana acaba! Ya resulullah”
Yorgun bedeniyle toprağı kazdıkça haykırışlar büyümeye de başlamıştır. Hasan’ın tabutuna kadar ulaşır mezarcı. Yılanın başı tahtaların arasına sıkışsa da Hasan tüm gücüyle canavarın ağız kısmını tutmaktadır. Kapak açılınca bir hısım yılanın kafasını dışarıya atar.
Hasan : “Sağ olasın abi. Seni bana Allah gönderdi. Burada ya havasızlıktan ya da ısırıktan ölecektim. Ramak kalmıştı ölümüme.”
Davut : “ Verilmiş sadakan varmış. Allah kurtardı . bu iş de neyin nesidir böyle?”
Hasan : “ Abi tut, tut elimi. Çıkart beni bu kutunun içinden”
Davut : “Delikanlı, sıkıca kavra kolumu. Çıktın, çıkarttım seni.Tamamdır” Hasan : “ Allah razı olsun abim”
Elleri titreyen ve üzeri ter içinde kalan, gözleri kan çanağına dönmüş olan Hasan, kendini kurtaran adama korku dolu gözlerle bakar. Nefes nefese içinde “ Öleceğimi sanmıştım ve son dakikalarımı yaşıyordum. Kurtuluşum oldun abi”
Tel tel ayrılmış ve kırlaşmış saçlarının arasından, nasır tutmuş parmaklarıyla boz renkli ve toz içinde kalmış ceketinden mendilini çıkartıp alnındaki teri siler.
Davut : “ Dur , dur delikanlı! Ne olduğunu ben de anlamadım. Mezarlığın ötesinde evim var. Oraya gidip hem nefeslenelim, hem de bu olanlar neyin nesidir bir anlat sen.”
Hasan : “ Abi ya, ben sabah sabah rahatsızlık vermeyim. Kim olduğumu da bilmiyorsun ki! Davut : “İsmin nedir senin delikanlı? Ben Davut, kendimi bildim bileli bu işi yapıyorum, az çok da insan sarrafı olmuşuz. Tekinsiz biri olsan seni anlamaz mıydım?
Hasan : Öyle fakat? Davut : Fakatı yok. Bu kadar sıkıntı yaşatmışsın bana. Hikâyeni öğrenmeden seni bırakacağımı mı sandın? (yüzünde sevimli ve yorgun bir tebessüm vardır.)
Gün ışımaya, sessizliğin yerini kuş cıvıltıları bozmaya başlamıştır. Çalıların arasından, söğütlerin dallarının yeri öper güzelliğinin ardından tek katlı kerpiç bir eve gelirler.
Ahşap kapının demir tutacağındaki tokmağa birkaç kez vuran mezarcı Davut, eşi Emine Hanım’a seslenir. “ Emine Hanım aç kapıyı benim, bir de misafirim var yanımda” derken hissettirmediği bir kaygı da olsa içinde bu delikanlıya yardım da etmek istemektedir. Kapı aralığından başı beyaz yazmalı bir kadın bakar ve içeri buyur eder tedirgin gözlerle.
Emine: Hoş geldin bey, buyur! Yanındaki delikanlı da kimdir, bir terslik yoktur inşallah.
Davut : Hanım dur bi. Bir içeri girelim hele. Öğreneceğiz hadiseyi. Bi soluklanalım önce. Sen bakma benim hanım hep böyle telaşlıdır .”
Emine: Buyur bey. Siz de hoş geldiniz.
Hasan, Davut’a doğru dönerek “Emine Hanım haklı bu saate gelmem, doğru olmadı. Ben müsaade isteyim sizden. Abi teşekkür az ama şu an elimden anca bu kadarı geliyor. Tekrar kusura bakmayın .”
Davut: “Dur oğlum, dur bi yaaa. Hikâyeni öğrenmeden şuradan şuraya bırakmam. Dedim ya yolda gelirken. Onca heyecan yaşattın bana. Nedeni neymiş bir öğrenelim. Değil mi ama? Sen de biraz soluklan. Önce bi suyunu yudumla. Sonra da bir tas çorba nı da iç. Gün seni yoracak zaten. Belli ki, yoğun bir gün yaşayacaksın…
Hasan : Sağ ol abi. Dediğin gibi yorucu bir gün beni bekliyor. Dinlenmek de iyi gelecektir bana. Düşünüp olanları anlamaya da çok ihtiyacım var.”
Davut : Yolda gelirken söylemiştin. İsmin Hasan demiştin. Beni de biliyorsun işte. Mezarcıyım. Otuz senedir de bu işi yapıyorum. Çok olaylar yaşadım ama tabuttan canlı bir insan çıkaracağım hiç aklıma gelmezdi. Biri deseydi bana bunu, dalganızı başkasıyla geçin derdim ama bu cihan da her şeyi yaşamak da , görmek de mümkünmüş. İşin neydi senin Hasan?
Hasan : Anestezi uzmanıyım abi?
Davut: “ Desene sen uykuya yatırıp uyandırıyorsun, bense ebedi istirahatlerini hazırlıyorum. Çok da iyi bir espri olmadı sanırım. Neyse meselene gelelim, nedir bu işin aslı astarı bakalım? Bir hasmın mı vardı yoksa?”
Hasan : “ Yok abi. Durum öyle değil”
Davut: “ Anlat da bir çare bulabilir miyiz ki?”
Hasan : “ Abim İshak. Sağlık sorunları vardı, psikolojik yani”
Davut: “ Ne diyorsun delikanlı… Deli miydi yani”
Hasan : “ Yok abi, öyle demeyelim de, vardı bazı ruhsal sıkıntıları”
Davut : “ Hele dur bi delikanlı. Bi sakin. Sen baştan anlatsana bana şu hikâyeyi?”
Hasan : “Abimin bazı sıkıntıları vardı, çözemediğimiz. Uzun yıllar gassallık da yaptı. Ta ki bu sorunlarına kadar. Ben de o iyileşsin diye çok uğraştım ama beni buraya gömeceğini nereden bilebilirdim ki?
Davut : “Delikanlı bizim burası küçük yer. Son bir ay içinde de çok da cenazede getirmediler buraya. Gömüldüğün yer. O saatlerde defin de olmaz ki. Hatırlıyorum onu günü. Üç kişi vardı, mezarın başında. Biri de hocaydı. Nasıl desem ki, biri de yarı ölü gibiydi sanki. Yılgındı çok. “ Gitti emanetim, gitti kardeşim” diyordu sürekli. Çok cenazeler gördüm, cenazesine çok ağlayanları da, dert yananları da ama kardeşini bu kadar çok sevenine az denk gelmişimdir Bir de yanında cibilliyetsiz biri vardı. Tipi çok tekinsizdi. Adı sanırım Nevzat’tı. Diğeri sürekli “Ah Nevzat neden söylemedin” diyordu sürekli ama. Bana da bu işte bir gariplik var gibi de gelmişti. Garip bir adamdı. Bıyık altı güler gibi denir ya, öyle.”
Hasan : “ Abi, nasıl olur ama? Abim İshak, beni gömen o ise neden bu kadar üzülsün ki? Onun malında gözüm olduğunu düşünüyordu, özellikle son zamanlarda. Babamın ona bıraktığı ev ve arsayı elinden alacağım gibi bir kaygı vardı üzerinde. Ben de kendini iyi hissetmesi ve daha sakin olması için bitkisel ilaçlarda bırakıyordum. Ben olmadığım zamanlarda Nevzat’tan istiyordum, ilaçları abime bırakması için. Benim ev mesafeliydi. Gördüğü hayaller vardı abimin, hiç geçmeyen. Ben de işinde sıkıntı olmasın diye bir süreliğine doktora gitme demiştim.
Davut : “ Bu dediğin adam Nevzat, neyiniz olur sizin? Cenazede senin dert yanan abin İshak ise yanındaki o tekinsiz adam “ Abi, sakin ol. Mukadderat, üzülme. Allah’ın dediği olur” diyordu.
Hasan : “ Ne var ki bunda abi. Başsağlığı, telkin işte. Nevzat da işten ikimizin de arkadaşıydı. Yanındaydı her zaman abimin. Son zamanlarda çok daha yakındı abime, yardımı da olmuştu- dediğim gibi benim gönderdiğim ilaçları- abime ulaştırıyordu.
Davut : “ Onu demek istiyorum Hasan. Madem abinin durumu bu kadar ağır ve hastaneden de kaçmış, nasıl orada olabiliyor? Nevzat neden bir şey yapmıyor ve dahası da hastanede olması gereken ve orada alması gereken ilaç varken, o cebinden ilaç çıkartıp veriyor? O gün abin İshak’a bir titreme gibi bir hal yaşadı sonrasında düzeldi. Çok kalmadılar da zaten. Demem o ki sağlam ayakkabı değil bence bu Nevzat”
Hasan: “ Abi, sen demek istiyorsun ki, Nevzat mı hasta etmek istedi abimi ve abim bu nedenle mi hasta diyorsun?”
Davut : “Ben dikkat et o adama diyorum, delikanlı. Bi araştır bu Nevzat’ı. Neyin nesiymiş bi öğren.
Hasan : “ Olur mu olur! Abimde de son zamanlarında başlamıştı bu paranoyalar zaten. Eğer öyleyse… Amcammm. Amcamın bir de oğlu vardı Aziz Nevzat diye biliyorduk ama ne babam onlarla görüşüyordu ne de bizim onlarla görüşmemizi istedi. Hiç tanışmadık bile onlarla. Yüzlerini görsem tanıyamam bile. Araları bozuktu mal mülk davasına. Bu zamana kadar ne amcam Muharrem’i gördük, ne de oğlu Aziz Nevzat’tan haberimiz oldu.”
Davut : “ Onu diyorum delikanlı. Bir uyanmıyorsun ki! Aç gözlerini, aç! Bu Nevzat amca oğlu olabilir mi? Amacı evi, arsayı alıp malınızın üzerine konmak olmasın sakın. Sizleri de tongaya getirmiş olmasın sakın bu herif?Abine bunu yapan, seni de gömüp öldürmek de isteyebilir!
Hasan : “ Bu ihtimal mümkünse eğer, abim neler yaşamış demek ki? Ben nasıl anlayamadım bunu! Nasıl fark edemedim yaşadıklarını. Davut abim sağ ol. Sana hem hayatımı borçluyum, hem de abimi bana kazandırdığın için sana minnettarım. Abimi buluyum bir an önce, sana da haber veririm. Uğrarım sonrasında. İnşallah her şey yolunda gider. Abim bir de telefonunu ver de haberleşiriz sonra.”
Hasan bir taraftan kendi kendine konuşarak yolda ilerlerken, bir yandan da kafası onlarca sorularla meşguldür. Fazla zamanının olmadığını da biliyordur. Abisini bulma ve durumu anlatma umuduyla hastaneye gider. Orada bulamama endişesi bile düşünmek dahi istemiyordur. Bu düşüncelerle hastaneye de gelmiş, abisini de bulmuştur. Yatışını ise Nevzat’ın yaptığını öğrenir. Hastanedeki bahçede abisinin yılgın haliyle görmesi onu ise kelimenin tam anlamıyla yıkmıştır. Gözyaşları önce yanaklarını ıslatmış, üzerine damlayan damlacıklarsa kumaşın üzerinde bir serpinti olarak dağılmıştı. Bunun hesabını sormaya kararlıydı. Önce abisinin doktoruyla görüşecek, sonrasında Nevzat adlı kişiyle hesaplaşacaktır.
Hasan, hem baş hekimle, hem de abisinin doktoruyla görüşmüştür. Konuşur konuşmasına ama işler umduğu gibi gitmez. Abisi İshak’ın durumundan sorumlu olan kişi olarak görülmüş, haklıyken, haksız duruma düşmüştür. Aynı gün tutuklanıp kendini hapiste bulmuştur. Hasan’ın artık hem kendini temize çıkarması, hem de abisini eski sağlığına kavuşması gerekecektir. Fakat aydınlığa ulaşması için karanlığı aşması, cesaretini siper almasıyla olacaktır.
26.05.2024
GÖLGE
İşten bu kadar da geç bırakılmaz ki! Toplantının bu saate kadar sürmesi de ne demektir ya! Neyse bir an önce yolun karşına geçiyim de, otobüsün son seferini kaçırmayayım. Bir de uygulamaya bakayım hemen. Beş dakikaya kadar son sefer gelecek görünüyor. Kaçırmayayım bu otobüsü. Üfff ya!!… Durakta da kimse yok. Tabi ya kim olacak ki bu saatte !! Havada nasıl serinledi!!! Ayak parmaklarımı hissetmiyorum neredeyse. Şu otobüste bir an önce gelse bari. Aaa biri mi, bekliyor durakta! Ne ara geldi ki bu adam hiç de görmedim oysa! Bir kişi daha geldiğine göre demek ki otobüsü kaçırmadım. Umarım!!!
“ Emre çok alkol aldın tatlım. Bu halde arabayı kullanamazsın ki! Her seferinde diyorum ki, şu mereti bu kadar çok içme diye. Ama yok sen yine şişenin dibini buluyorsun. Yemeğin yanında birkaç duble alsan ne olurdu ki! Arabayla gitmeyle ısrarını da anlamıyorum ki Emre’cim! Şuradan bir taksi çeviririz. Arabayı da sen yarın alırdın parktan. Ahh, bir söz de dinlesen ya aşkım! Şu inadın yok mu!!… Çok yoruluyorum bu hallerinden. Arabaya bindik madem, emniyet kemerini bağla o zaman. Çevirmeye takılmayalım bari. Biraz müzik dinleyelim gerginliğimizi alırdı. Sen gergin değil misin? Ben miyim hep stresli olan diyorsun?! Doğru hep kadınlar dırdırlanır zaten değil mi? Bizi düşünmekle kötü olan ben mi oluyorum şimdi? Aşkım tamam yaaa!! Emrecim sevdiğim radyo istasyonlarını da yine değiştirmişsin. Bari bir iki kanalını benim için bıraksaydın hepsi yabancı müzik çalıyor. Neyse hangi müzikse çalsın bari. Müzik bana hep iyi gelmiştir, türüne bugüne takılmıyorum artık. Trafiğin bu kadar sakin olması da tuhaf değil mi sence de ? Sen de iptal gibisin, bu gece. Bu şehrin ne insanını anlayabildim zaten, ne de trafiğini!! Enteresan şehir yaa!! Emre yola bak aşkım. Emre, Emre yola bak. Direksiyonu kır, adama çarpacaksın!! Hayırrr. Olamazzz. Yol ıssızdı halbuki, nereden çıktı bu adam bir anda!! Emre, in bak adama!!! Bir şeyi yoktur inşallah!! Görünmüyordu ki yolda, ne ara çıktı bu adam yola? Yerde yok mu, nasıl olur! Sendeleyerek uzaklaşan biri var sanki, yolun ilerisinde. Hızlı yürü, yetişirsin hemen. Yetişemedin mi? Nasıl olur? Bir an da kayıp mı oldu!!! Buhar mı bu uçacak havaya! Neden bağırıyorsun ki şimdi bana? Soruyorum sadece sana? Anlamıyorum ki bu sinirini! Ben de iyi değilim, görmüyor musun! Tartışmayı uzatmayalım lütfen, olur mu? Burası bunun yeri değil zaten! Asfaltta nasıl patinaj yaptık öyle! Aman Allah’ım bizim gördüğümüz neydi o zaman! Ayağını sürüyerek birinin uzaklaştığını gördüğüme yemin edebilirim. Gece gece bu yaşadığımız da nedir! Emre sen de üzerime gelme artık!
Vınnnnn. Vınnnnn. Ay, nasıl da daldım öyle ya? Bu arabaları da nasıl kullanıyorlar anlaşılır değil! Yalpaladım bile. Nereden hatırladım ki o korkunç kazayı!!! Her şeyi mahveden o feci kaza. Mutluluğumu da aldı elimden, aşkımı da. Huysuzlukları da vardı ama aşkımdı işte. Belki de kopamadığım bir alışkanlığımdı, her neyse. Tamirden sonra da arabayı hiç çıkartamadım zaten. Garajda öylece yatıyor. Hiç de dokunamadım!! Nasıl dokunabilirim ki? Mümkün değil! Şu otobüste bi gelmedi gitti!!! Bu adamın da gözleri sürekli üzerimde. Çok da tekinsiz görünüyor zaten. Otobüs de gelmeyecek gibi. Beklemenin de bir anlamı da yok. Bir an önce eve gitsem iyi olacak. Şurada taksi zili vardı. Ona basıyım. Birazdan taksi de gelir. Çok da üşüdüm. Nerede kaldı bu lanet taksi de!! Olur iş değil, dakikalar geçti. Taksiden eser yok hâlâ!!Taksi durağına mı yürüsem? Yoldan da geçen taksilerde ya dolu, olanı da durmuyor. Yolun köşesinde taksi durağı olacaktı. En iyisi oraya hızlıca yürümek. Kahretsin ya!!! Biri beni mi takip ediyor ? Evet ya, gölgesi düşüyor yola. Duraktaki adam mı acaba? Ştttt sakin ol Pelin! Korktuğunu hissettirme, sakın haaa!! Hızlanmalıyım. Pis herif o da hızlandı. Aman Yarabbi, ayağını sürüyerek koşuyor sanki. Allah’ım yardım et bana, n’olur! Hay aksi durağı da bulamıyorum. Yanlış yere saptım herhalde.. Hahhh çok iyi yaaa!! Ayakkabımın topuğu da tam kırılacak zamanı buldu!!!! Nefesim de kesildi. Bu duvar da neyin nesi! Bir çıkmaz sokak eksikti. Yaklaşma bana. Biber gazı var elimde!! İyi olmaz senin için , uzak dur benden !!!Spreyi boca da ettim üzerine. Korktu, kaçtı herhalde?! Görünmüyor ortalıkta. Allah’ım kalbim ağzımda atıyor sanki. Aaa dur bi ya. Şuradan gidersem yola çıkarım sanki. Sokak lambaları ve araba ışıklarını görür gibiyim.. Çok şükür, yola çıktım. Neyse bi taksi de durdu. On beş dakikaya kalmaz evde de olurum artık. “ Ya Emre ben yabancı müzik sevmiyorsun, biliyorsun, ama ve nedense sürekli senin sevdiğin müzikleri dinliyoruz hep. Tamam söz mü, diyorsun. İyi hadi bakalım, bir dahakine sevdiğim şarkılar olacak demek ki! Aa bu arada toplantı çıkışı gelmen de çok iyi oldu canım. Bu saatte eve dönmek de zor oluyor. İyi ki varsın tatlım. Seni görmek de harika, seninle bu hayatı paylaşmak da.. Evet, evet tabi öyle de. Aman hiç romantik değilsin tatlım. Bak konuşarak eve bile geldik zaten. Hep ben mi konuştum! N’apalım biz kadınlar böyleyiz tatlım işte.. Hehh şöyle gül biraz işte.” Bu hatıralar beni hiç bırakmıyor. Ahh ya o olsa beni böyle görmek hiç istemezdi. Eve geldim sayılır, dönemecin ilerisine geçince evimin sokağına gelmiş olurum.
Evimdeyim artık çok şükür ki!! Kabus gibi bir geceydi yaaa! Pencereyi açayım da, biraz hava alsın oda. Gün boyu havasız kalıyor zaten. O da ne öyle! Sokak lambasının altında biri mi bakıyor buraya? Ben bu adamı atlattım sanıyordum oysa ki?? bu adinin burada ne işi var ? Biraz bekliyim, yoksa polisi ararım. Bakayım hâlâ orada mı duruyor. Duran biri de yok gibi. O karartı ağacın gölgesiydi sanırım!! Nasıl bir korkuysa artık yaşadığım, bir paranoyam eksikti!! Nuran Hanım’la da konuşsam iyi olacak. Haftaya bir randevu alıyım ondan. Verdiği ilaçlar için de konuşurum. Offf ya!!! Ömrümden ömür gitti sanki. Neyse bunları unutmak en iyisi. Bir de güzelce uyursam yarına daha iyi olurum, inşallah! Bir melisa çayı içsem hiç fena olmayacak gibi. Uykuya dalmama da, sakinleşmeme de yardımcı olurdu. Sonrasında bebek gibi uyurum işte, ne güzel!! Bu işlerimin yoğunluğundan evle de ilgilenemedim ki.Hafta sonu gelsin evi bir güzel toplarım, mutfak da savaş alanına dönmüş sanki. Hafta içi mümkün olmuyor ki işten güçten. Şu dolabın içinde bi çay poşeti olacaktı. Hehhh buldum!!! Bir tane kalmış zaten. Yarına yenisini alırım artık. Ama önce kapının kilidini bi kontrol edeyim. İyi ki bakmışım, nasıl bir korkuysa artık yaşadığım, kapıyı bile kapamamışım, aralıklı kalmış. Bir de şu alarmı da çalıştırdım mı, tamamdır. Bendeki bu dalgınlıklarım da ne olacak ki!!! Çantamın da buraya bırakmışım? Uvvvv, çok üşüdüm. Odanın içi de epeyce serinlemiş. Gece serinliği de var zaten. Bu kulp da neden kapanmaz ki? Neyse ki zar zor olsa da kapandı. Bir ara bir usta çağırayım da pencerelerin kulplarını bi onarsın. Ev eski olunca böyle sıkıntıları da olması da doğal. Aaa o da ne öyle!!! Arabamın evin önünde ne işi var ki!!! Benzettim sanırım. Bu arabadan bir ben de mi olacak sanki!! Pelin kendine gel artık!!! Nedir bu kendi kendine yaşadığın sanrılar, konuşmalar!!! Bir tamam de artık, dur artık be kızım !!! Kim dokunuyor omzuma?!! Kimsin sen? Ama, ama bu gerçek olamaz!!! Sen gerçek olamazsın!!!
BİRGÜL KARAGÖZ
Yazım Tarihi : 7. Haziran.2024 - Perşembe saat:00:15
BEBEĞİM İÇİN
Oğlum için, bebeğim için, gelecek için, insanlık için….
Evimin kapısı 3 el silah sesi ve sonrasında yumrukla vurularak kırılıyor. Beni de buldular. İnsan üretim çiftliğinden kaçtığım için kendime de kızıyordum, çiftlikten kurtarmaya çalıştığım sırada iki bebeğin hayatını tehlikeye attığım içinde kendimden nefret ediyorum. Robotlardan ağır darbeler aldım mideme. Karnımdaki bebeğimi korumak için önce buradan kaçmalıyım. Aman tanrım bu darbeler… Tanrım lütfen bebeğime bir şey olmasın n’olur? Beni de yakalayıp kadın pazarında android robotların insan üretme çiftliklerine satacağınızı çok iyi biliyorum. Kasapsınız hepiniz. Beni yakaladıkları sırada bir hışımla o lanet robotun elini ısırıp yangın merdiveninden kaçmayı başardım beni yakalamanıza izin vermeyeceğim asla. Melekler aşkına dünya nasıl böyle bir yer ve bilinmez oldu, anlamıyorum! İnsanlar üretme çiftliklerinde kadın emriyoları ve erkek spermlerini istedikleri bir taşıyıcıda yumurtaları çiftleştiriyorlar. Kadınlar damızlık hayvan gibi kullanılıyorlar, insanların serbest çoğalmalarına izin verilmiyor. Sağlıklı erkeklerse ergen yaşa gelince dünyanın karanlığının aydınlatılması üzerine insan tarlasına gönderilip biyoenerjileri kullanılıyor ve sonrasında ise derin bir sessizlik ve ölüm.
Sentetikler dünyayı ele geçirdi ve bu cehennemden kurtulmanın bir tek yolu var, o da bahsi edilen “İnsanları Koruma Birliği” ne ulaşmak, gidişata dur diyecek olan tek direnişçi örgüt onlar. Orada en azından bebeğimi doğurup onun hayatını kurtarabilirim. Yolda çocukların satıldığı pazarın önünden geçerken kurtarmaya çalıştığım iki bebeğin satıldığını görmek anne olacak bir kadının kabusun içindeki karabasanında ses çıkaramaması gibi. Sessiz çığlıklarım içimi parçalıyor ama sesim çıkmıyor. Gözyaşlarım yanaklarımı nsıl yakıyor ve sızlatıyor. Ben şu an bebeğimi düşünürken, diğer zavallı bebeklerin annelerini acılarını tahmin bile edemiyoru, etmek de istemiyorum. Böyle bir dramı evladımın yaşamasına asla izin vermeyeceğim. Bir robotun radarına yakalanmadan buradan bir önce gitmeliyim. Sinyal bozucu bir çipte taşısam üzerimde hiçbir şeyden emin değildim.
Çıplak ayakla sokaklarda delicesine koşuyorum, birden kanamam gelmeye , yarım saat geçmemişti ki suyum da akmaya başlamıştı. Doğumumdan önce bir yer bulmalıyım. İzbe bir binaya sığınmıştım. Burası eski bir ayakkabı imalathanesiydi. Bağırmamam için ağzıma bir bez parçası tıkamıştım. Uzandığım yerin iki yanında duran iki kancaya yerde bulduğum urganları, önce bu demir parçalarına, sonra bileklerime bağladım. Bu yaşadıklarım için gerçek olamaz diyordum içimden, ama karanlığın ve acının en derinini ve en dibini yaşıyorum. Oğlum geliyor annesine. Sanki organlarım yerinden sökülüyor, kemiklerim içimi parçalarcasına kütürdüyordu. Vücudum tere bulanmış, bileklerime kan toplandı. Ikınmalarımdan nefesim bile yorulmuştu. Derin nefes ve son bir ıkınmayla bebeğimi kollarıma almıştım. Yanımda duran kırık bir tuğla parçasıyla kordonu koparmıştım. Ama evladımın sesi gelmiyordu. Bebeğim beni yalnız bırakamazsın, burada. Mora çalan bedenini önce silkip, bir de poposuna şaplak atarsam kendine gelecektir mutlaka Halen nefes almıyor. Bedenimde kalan son bir tâkât ile poposuna son bir minik tokat atmamla, onun hıçkırıklarıyla nefesini duymam yaşadığım tüm acımı unutturdu bana. Onunla birlikte ben ise mutluluktan gözyaşlarına boğuldum. O benim yaşama sebebim. Çok bitkin ve çok yorgunum. Vücudum son et parçasını da atmış, doğumdan kalan son kanamalarda bacağımdan ılık ılık akmıştı. Burada fazla bir zamanımın olmadığını da biliyorum. Çok değil, yarım saat sonra bu köhne binadan çıkmış olmalıyım. Çok açım ve oğlumu emzirecek kadar da sütüm de yok göğsümde. Yolun üzerindeki bir markete gizliden girmeliyim. Kasadaki ihtiyar adam uyuklayakalmış.
Şurada duran bir somun ekmeği alıyım,birkaç şişede su almalıyım. Bir parçada kurumuş et alıyım. Tanrım sen beni bağışla Bu yaptıklarıma inanamıyorum. Bu ben değildim ancak oğlum için bunu yapuyorum. O onlar gibi olmayacak, olmamalı da. Buna izin vermeyeceğim, ben nefes aldığım sürece oğlum güvende olacak Dedikleri yeri biliyordum, buraya biraz mesafeli diye hatırlıyorum. Ancak bebeğim içim gitmeliyim. Şehirden ormanlık alana sapmakla iyi yaptım. Bulamazlar beni burada. Tabi, bulamazlar. Beni bu otlak alanda nasıl bulabilirler ki! kahretsin! Ayaklarıma çakıl taşları batıyor, yoldaki dikenli ot ve çalılarda. Bacaklarımdaki bu çizikler çok canımı yakıyor ve çizikler kanamaya da başladı. Ama ben hiçbir acıyı duymuyorum, duymamalıyım. Bu birliği bir an önce bulmalıyım, benden önce oğlum için, bebeğim için bunu yapmalıyım.
Çok yorulmuş ve çok da acıktım. Gökyüzü alacaya dönmeye de başladı. Hava kararmadan bir yer bulmalı ve bebeğimi emzirmeliydim. Çalıların arasında bir mağara gördüm. Yediğim birkaç lokmadan sonra sütümde gelmeye başladı. Oğlum, oğlum nasıl da masum gözlerle bakıyordu bana. Zaten her şey onun için, kurtuluşu için ve hayatı için. Göğsümden akan birkaç damla sütle onu yeterince doyuramıyorum bile.Elimden bu kadarı geliyor ancak Ona sarılarak sabahın olmasını bekleyim, birazdan uykuya dalar bebeğim. 3-4 saat uyumuştum sonrası sabahtı zaten. İlerleyen iki günün sonunda erzakım azaldı, ayaklarımsa patlayacak gibi ağrıyor. Su da fayda etmedi. Sızım sızım sızlıyor. Gözlerim kararmaya, kendimi kaybetmeye başladığım sırada, bir karartı var sanırım şurada birilerinin sesini duyuyor gibiyor yoksa çıldırdım da başka sesler mi çınlıyor kulağımda. Kendimle konuşmam da zaten hayıra alamet değil. Tanrım bu duyduğum sesler, bu seseler gerçek olsun Tanrım! Siz siz onlardan olmalısınız. Lütfen oğlumu kurtarın, bebeğimi kurtarın. Benim çok zamanım kalmadı burada, hissediyorum. Bebeğimin hayatını da, geleceğini de kurtardınız, size Cennet’ten dua edeceğim beyefendi. Bizlere anlatıldığı gibi böyle bir yer varsa eğer. Yavrum süt kokulu bebeğim, beni affet. Affet bu acılı anneni. Ağlama sesine kurban olduğum yavrum. Lütfen artık gidin. Burada daha fazla durmayın. Ağlamayın lütfen. Benim için yapabileceğiniz oğlumdu, nefesim. Ben onun damarlarında yaşayacağım. Huzurlu bir tebessümle gözlerimi kapadım. Son bir derin nefes ve bir duman yükselmişti dudaklarımın arasından. Işığı görüyor ve huzura doğru yürüyor ve mutluluğumu yaşıyordum. Her şey bebeğim içindi, her şey minik oğlum içindi. Buradaki insanlarla doğru bir gelecek ve güzel günler bekliyor onu, bundan sonra ve belki dünyada bir umut doğabilir ve ışık uyanabilir belki dünyada… Oğlum için, bebeğim için, gelecek için, insanlık için….
BİRGÜL KARAGÖZ
Yazım Tarihi : 16 Kasım 2023 - Perşembe Saat : 12.03
ACININ DİŞLERİNDE
“Hey dostum! Evet sen! Beni şu an dinleyen, bana heyecanla ve umutla bakan, dediklerimdeki anlamları aralayan, hayatının çıkış yollarını bulmaya çalışan sen! Sana devam etmen gerektiğini söylüyorum. Risk almanı, dayanıklı olmanı, başarmak için zorluklarda yılmamanı, azimli olmanı, bu uğurda başkalarını harcamamanı, başarını, yol haritanı kendi ellerinle yaratmanı ve çizmeni , çizdiğin resimde harcadığın emeğe ne çok çaba gösterdiğini, akıttığın terleri ve gözyaşlarını hatırlamanı istiyorum senden…
Dünde ne yaptığınla ilgilenme. Bugüne ve hedeflerine odaklan .Gelecekte nerede olmak istediğine bak. Kendine inan. Farkındalığın olsun. Senden tek olsun fikrinle, yaptıklarınla ve yarattıklarınla. Duyuyor musun başarının adımlarını? Sana koşarak geldiğini hisset . İstek ve hedeflerine kitlen Dostum! Hayatına sıkıca sarıl, hedeflerini pamuklara sar. Hedeflerine kimsenin müdahale etmesine ve küçümsemesine izin verme, Dostum!”
Heyecan içinde konferansta, bu duygularını, düşüncelerini ve deneyimlerini paylaşan Alex, hayata yeni kişileri katmanın mutluluğunu yaşamaktaydı Tecrübenin insan hayatına bu denli anlamlı ve değerli olduğunu anlatan bir işte mentör olmanın öneminin de farkındaydı. Daha da ötesi insanlara kılavuz olmanın gururunu da yaşıyordu, Alex.
Günü sonlandırdığında kalesi olarak gördüğü evine giden Alex, yüksek profilli özellikteki bir rezidansta olmanın rahatlığıyla önce aracını garaja park etmiş, garaj içindeki asansörle de dairesine çıkmıştı, her ne kadar insanlara kılavuz da olsa bilincinin kuytu köşelerinde taşıdığı karartılı korku katmanları vardı sanki. Dairesine açılan kapı kilidi her ne kadar elektronik de olsa o endişe hiç dağılmıyordu ruhunun saklı köşelerinde. Evine geldiğindeyse evin yardımcısı Julie karşılamıştır onu. Yemek masasında yiyecekler büyük bir özenle yerleştirilmiş ve etrafında toparlanmasıyla ev şık görünümüne kavuşmuştur.
Ve Julie,” Her şey yolunda Bay Alex. Sıkıntı duymanızı gerektirecek bir şey yoktur ve hastanızda stabil durumda” derken sesi de oldukça sakin ve dingindir. Bu uslüp ise Alex’in oldukça rahatlamasına sebep olmuş ve derin bir iç sesiyle birkaç damla gözyaşı süzülmüştür, dudaklarının arasına.
Kristal bardağına bir viski doldurmuş. 37. Kattaki evin terasına doğru baktığındaysa gözleri ufka bakarak kaybolmuştu. Küba’ya gittiğinde aldığı puro tabakasından birini eline alır ve yakar. Sıkıntılı olduğu zamanlarda bu tütünün kokusu daha bir sever olmuş, dumanını katre katre için, ciğerinin en kuytu köşelerine dolduruyor sanki içinde saklı tuttuğu ıstırapları boğar gibi acı bir tebessüm dudaklarında sızlayarak duruyordu. Yudumladığındaysa içkisini bilincinde eritemediği acılarının sancısı da vardı parmaklarının ucunda. Öyle ki elleri bir yaprak parçası gibi titrerken bedeninde, öfkeyle çarptı elindeki kristal bardağı yere.
Ertesi gün akşamın yüzünü geceye döndüğü saatlerinde cep telefonu çalmıştır. Neşeli bir ses tonuyla ve üslupla telefonun karşındaki kişiyle konuşurken dahi o karartı yüzünden hiç gitmiyor gibiydi. Yarım saat sonra kapı çalınmıştı. Gelen sevgilisi Lisa’dan başkası değildi. Güzel bir yemeğin ardından üç boyutlu televizyonda bir film izlenmiş, müzik eşliğinde danslar edilmiş ve içkiler yudumlanmıştı bile.
Lisa salonun en sol tarafında aralıklı duran,yorgun ışık huzmelerinin odayı ışıklarıyla aydınlatırken Lisa’nın bakışları bu gizemli odaya dalar ve oraya yönelmek istediğindeyse Alex, Lisa’ya sıkıca sarılarak onu odadan uzaklaştırır ve yatak odasına götürür cazibeli bakışlarıyla. Lisa’nın üzerindeki ince saten elbiseyi ufak bir dokunuşla omuz kıvrımlarına değmesiyle elbisenin Lisa’nın üzerinden düşüşünü izlerken, bu kadına neden aşık olduğunu bir kez daha anlamıştır. Lisa’nın seksi ve duru vücudu odanın loş ışığında Alex’i büyülerken, günün son ışıkları söndürülmüştür. Karanlığa gebe gecede, ışık tutsak kalmıştır bile duyguların serseriliğine. Lisa, Alex’in kalın, etli ve ıslak dudaklarında aşkı tatmış ve kendini Alex’in kollarına bırakmıştır bu seferinde de.
Gecenin gizemi gözlerden dudaklara akarken aşk, gecenin sessizliğinde uyandığında , bedenleriyse ihtirasın şiddetinden titremiştir bile. Gece sabaha dönerken Alex, pamuk saten nevresimi üzerinden sıyırırken kavruk, terli ve kaslı vücudunun üzerine ipek röpteşambırını almıştır.
Alex işinde başarılı, Manhattan’ın en başarılı mentörlük ve danışmanlık alanında eğitim veren gözde bir eğitmenlerinden biri olması; içinde, kalbinin en derinlerinde, vicdanına dahi cevabını veremediği soruları yanıtlayamıyordu Kabre koyduğu ve yaşayamadığı huzuruysa Alex’e ulaşılamaz mutluluğuna bir kilit daha vuruyordu. Dahası bu öyle bir ıstıraptı ki onda, düğümleri çözmek istediğinde acısı daha büyük bir düğüme, kalın bir kördüğüme dönüşüyordu.
Başarılı geçen bir iş gününün ardından ,plazadaki çalışanlarıyla keyifli bir akşam yemeğine gidilmiş, sonrasında kale olarak gördüğü rezidansının duygusuz ve sevgisiz dolu boş dairesine gelmişti , kapıyı açmış ve yorgunluğunu yine bir kadehle üzerinden atmaya çalışırken, alkolün kekremsi tadında acılarını uyuşturmaya çalışıyordur. Ne acıdır ki, evinin kapısını her açtığında dairesi yine derin acılarıyla, pişmanlıklarının sancısıyla doludur her bir köşesinde sızlayan. Bu korku öyledir ki onda, endişesinin dehlizlerde ışığını bulamamaktaydı. İçinde attığı çığlıklar kulaklarını sağır eder gibi bağırıyordu her seferinde. Salonunun solunda bulunan kapının arkasında telafi edemediği sancıları, saklı tuttuğu gölgeli hatıraları, vicdanıyla çarpıştırdığı kalp sızıları , yüzüne bir tokat gibi çarpan gerçeklerin çirkin kahkahaları vardı.
Ne içindeki soruları cevaplayacak cesareti vardır içinde, ne de bundan üç sene önce tartıştığı genci yatağa mahkum etmenin verdiği elemi telafi edecek kadar gücü ve cesareti…
Bundan tam üç sene önce sözcüklerinin yönünün saptığı, vicdanının sancılandığı, af dilemekte geç kaldığı ve oğlunu itişme esnasında kendini affedemediği, acının tüm varlığına saplandığı bir gün yaşamıştı. Tartışmaları sırasında oğlunun başını sehpaya çarpmasına neden olmuş ve onu derin uykuların en kuytu köşelerinde baş başa kalmasının baş kahramanı olmasına neden olmuştu. Kaldığı limanlarda fırtınalarda mutluluğu alabora olmuş ve bu acıları kalbinden atmaya çalışan Alex’in kalbinin rıhtımlarına ulaşamadığı huzurun kalıntıları vurur olmuştu, aklındaki soruların cevaplarıysa vicdanının çıkmaz sokaklarında çoktan kaybolmuştu.
Oğlunun bedeninde bir gölge vardı, damarlarında dolaşan, bir hayalet gibi geziniyordu aklının ve duygularının arasına sızan…
Alex’in sınavıysa; acılarıyla, yüreğini kanırtan cevabını bilemediği sorularla, gözlerinde tutsak ettiği gözyaşlarıyla, içine sessizce diktiği sırlarında saklıydı acıları….
Zaman dakikalarını saatlere, saatler günler ve aylara , bitmek bilmeyen yıllara bırakmıştı, mütemadiyyen. Alex, bu acı yükü kaldırmak da zorlanmakla kalmıyor, nefes almak bile ona yük gelmeye başlıyordu. Oğluna her baktığında eski karısına yaşattığı ihanetini hatırlıyordu. İhaneti kaldıramayan acılı kadın yüksek dozda aldığı zehirle hayatına son vermiş, ağzında köpükler dökülerek ve can çekişerek hayatına son vermişti. Ve trajik ölüme oğlu şahit olmuş ve senelerce bu travmayı da aşmayı başaramamıştı ve babasının vicdanının yargıcı olmuştu hep. Annesinin bıraktığı not bile ikna edememişti oğlunun vicdanındaki gardiyanı susturmaya. Sadakatsizliğinin ağır imtihanı oğlu Lowell ise şimdi karşında bir et parçası olarak yatağına mahkum olarak yaşıyordu ve bu onun için cezanın en ağırıydı. Oğlu kötürüm olmuş, Lowell’ın sözleri yüreğinin çok uzağa düşmüş, tek kelimeden bile mahrum dudakları sadece su yudumlar olmuştu.
Alex de bir süredir sağlık sorunları baş göstermeye başlamıştı. Eklem ağrıları, halsizlik ve bilinç bulanıklığı yaşamaktaydı. Bu yaşadıklarını, yorgunluğa ve yoğun çalışmaya bağlıyordu. Birkaç aydır da kemiklerinde derin sızı ve ağrılarda yoğunlaşmaya başlamıştı Yaşadıklarını önemsemiyor ve bu sağlıksal sıkıntıları göz ardı ediyordu ve bu sıkıntılar onu işinden de uzaklaştırıyordu. Onun tek bir isteği vardı hayattan ve hiç olmayacağını düşündüğü oğlunun onu affetmesiydi. Ama o yatağa bağlıyken tek kelime edemezken, dahası oğlunun bedeni, Julie’in bakımıyla yaşıyorken, kendi acısı umurunda bile değildi. Oğlundan tek bir söze “ seni affettim baba” demesine o kadar çok ihtiyacı vardı ki…
Julie , rutin kontrolü için Lowell’ın bakımına geldiği bir günde, kan donduran bir görüntüyle karşılaşmış ve çığlıklar atarak odadan uzaklaşmıştı. Vücudu yaprak gibi titriyor, telefonun tuşlarına basmakta zorlanıyordu. Dakikalar geçmişti ki, Alex evine gelir ve oğlunun cansız bedenini odasında bulmuş ve o da aynı annesi gibi ağzından köpükler gelerek ve kusmuğunun içinde kalarak boğulmuştu. Alex, aklını yitirecek duruma gelmiş, yüzünü tırnaklamaya, ellerindeki titremesiyi kontrol edememeye başlamıştı. Bu sırada Julie ,polis departmanını aramış. Alex ise, polis memurları gelinceye kadar kendini toplamak üzere çalışma odasına çekildiği sırada masasının üzerinde USB belleği görmüştü. Üzerinde “babama” yazısı not düşülmüştü.
Dizüstü bilgisayarını açtığındaysa karşısındaki kayıtta oğlu vardı “ Baba bu mesajı aldığına göre ben senin acının dişlerinde olacağım. Sen annemi aldım hayatımdan ve ben de kendi canımı. Ödeştik artık, ben hayatından çıkıyorum ve seni affettim. Yaşayacağın bu ıstırap sana hediyemdir. Ve evet, gördüğün üzere kötürümde değildim. Kendime yaptığım iğnelerle kaslarımı geçici felç yapıyordum ve bunu senelerce devam ettirdim, sırf senin yüzündeki o acıyı görebilmek içindi. Ama bunda Julie’nin hiç suçu olmadı. Nasıl mı? Çok şey biliyorsun artık, o da bende kalsın artık. Bunu neden mi yaptım sana? Ben annemi kaybettiğim acıyı tadabilmen içindi.Bu süre içinde ve odama her geldiğinde gözlerinde gördüğüm dehşet ve korkuyu gördükçe….. Şimdi beni anlamışsındır belki annemi kaybettiğimde yaşadığım karanlığın ruhuma vurduğu prangaların derimde bıraktığı kanın kokusunu… çok şey mi istemiştim senden baba? Ben gidiyorum artık!Ve evet, annemle aynı ölümü seçtim. Yaşadığım travmayı teninde hissetmeni, bilincine sinmesini, rüyalarına yapışmasını istedim. Ve ödeştik… Affediyorum seni baba. Ayrıca o yaşadığın ağrılara da ben sebeptim ama vazgeçtim… Benim yokluğum senin hayatına yeterince yük olacaktır... Acım, senin de acındır artık…” Seni affeden oğlun Lowell….
Alex’in yaşadığı pişmanlıktaysa; ne parası acısının önüne geçebilmiş, ne zenginliği vicdanını susturabilmiş, ne de başarısı yanılgılarını engelleyebilmiştir .Bu izbe acı, onu dişlerinin arasında çiğnemiş, tütün ve alkol kokan nefesiyle bu ıstırabı balgama bulayarak duygularını yere tükürmüş ve üzerine hiç acımadan basıp geçmiştir. “ Bir küfür gibi kirletmiştir bu acı; hayatını, duygularını, yaşayamadığı mutluluklarını ve ölü doğan cevaplarını…..”
Birgül Karagöz
İletişim
info@birgulkaragoz.com